Wednesday, July 07, 2010

film kusagindan secmeler

evin birkac sokak otesinde, sagli sollu dukkan kafe barlarin dizildigi bir caddenin sonunda, bagimsiz filmleri, festival secmelerini, sinema sanatinin bazen en tepesini bazen de ta dibini izleyebildigimiz kucuk bir sinema var. hava sartlari elverdigi surece, aksam yuruyuslerimizin son duragi, sinemanin her hangi bir salonunda gosterilen, ismini duymadigimiz bir filmi oluveriyor. gecmis zamanlarda, kore sinemasinin nadide parcalariyla tanisma firsatini da yine bu sinema da yakalamistik. son zamanlarda izledigim bir kac filme dair notlar dusmenin vakti olabilir.
not: spoyler icerebilir, PG13 de olabilir.



I am love (io sono l'amore)
Basrolu,ET'nin halakizi Tilda Swinton'un sol memeucuyla paylastigi bu guzide filmin fragmanini, bir baska film oncesi izledigimizde umduklarimizin, film esnasinda bulduklarimizla pek alakasi yoktu. Hikaye, Milan'da, tarz dosenmis (art-deco imis) satolarinda yasarken paraya para demeyen bir ailenin yemek davetiyle basliyordi. Ailenin, paraya 'para' dememesinin muhtemel sebebi Italyan olmalariydi. Neyse, iste bu aksam yemegi vesilesiyle ailede kim kimdir filan ogrendikten sonra, tam, evin haniminin aslinda yasadigi hayattan bunaliyor oldugu hissine kapilmistik ki hanimin oglu Edvardo'nun arkadasi Antonyo elinde pastasiyla cikageldi. Satonun kapisini caldigi anda Antonyo'nun ilerleyen dakikalarda pisirip yiyecegi haltlari aklinin ucundan zerre gecirmeyen ben, hikayenin hangi ara Italya'nin dogal yasamina deginecegini merak ediyordum ki, yanimda oturan sahsin 'hah, tokmakci geldi' ibaresiyle irkildim. ne alakasi var demeye kalmadan davetsiz misafir Antonyo, Italyan ailemiz Ricci'lerin anasini belledi, koskoca aileyi yedi bitirdi devirdi. Film aslinda guzeldi ama sonunda bitti mi bitmedi mi anlayamadik. hatta biz, bitis jenerigiyle, Antonyo'ya hayatta arkamizi donmememiz gerektigini tartisirken, sinemadan cikan bir kisim seyirci geri dondu. Neyseki gidip gelen sonda kayda deger bisi yoktu.

Cyrus
Komik. Kasmadan, kastirmadan komik.

The girl with the dragon tattoo (Man som hattar kvinnor)
Hayatimda hic Isvecce bir film izlememistim. Insan bi'tuhaf oluyor. Ayni hissi kitaplari okurken de yasamistim. Ikea'da dolanip mobilya isimlerini okuyormusum gibiydi. Wennerstom, koskoca finans patronundan cok uclu salon kanepesi adi gibiydi. Baslarda, belki, oncesinde mukemel kitap uclusunu okumamis olsaydim, filmi guzel bulabilirdim diye dusunuyordum. Sonra vaz gectim. Kitaptaki tum disileri elden geciren karizma Blomkvist'i Ilyas Salman mavi lens takarak canlandirmis. Soz konusu kitaptaki disilerin tamami enkaz. Salander desen o da bir garip tipsizlik abidesi. Alt yazi okumaktan tiplere kimse dikkat etmez mantigiyla secilmis bir cast belli ki. Ivedilikle GeorgeKuluni ya da Jamesbond'lu Holivud versiyonunu bekliyoruz.

Winter's bone
Hani ucakla bir sehre inerken ya da kalkistan kisa sure sonra, fazla yukselmeden altimizda, tek tuk dokuk evler goruruz ya. Iste o evlerde yasayan Amerikali beyaz yerliler arasinda geciyor bu film. Yerliler, zira konustuklari Ingilizce'nin sadece dortte birini anlayabildim film boyunca. Ne dedi, neymis, noldu sorularima, ben de anlamadim, ne biliyim, gorucez tarzi cevaplar aldim. Buna ragmen film cok guzeldi. Basrol kizina Oskari verdim gitti.

Get him to the Greek
Sanatla kavrulan beyni sulamak lazim yer yer. Acayip komik. Forgetting Sarah Marshal'daki adami tutanlar (Russel Brand) icin birebir. Ay bi gulduk bi gulduk.

Toy Story 3
Eglenceli demek ne kelime. Koptum gittim.

bitmedi ama Antonyo aradi, corba yapmis aksam gelin diyo..

No comments: